10 Aralık 2011 Cumartesi

Sanat üzerine



Sanat üzerine yazılmış binlerce makalenin üzerine bu satırları kaleme almaya gerek duymuş olmam bile aslında bir yanlış anlaşılma.
Binlerce yıldır sanat yapıcılarının bile sanata doğru ve kesin bir açıklama yapamıyor olmaları, hangi değerin sanat sayılabileceğini, sanatın hangi ölçütlerde değerleneceğini netleştirememiş olmaları tüm bunları kanıtlar nitelikte.
Sanatın kazandığı değeri büyük ölçüde öznelliğinin belirliyor olması, tarihin en büyük yanılgılarına düşmemize sebep oluyor. (Yazının sonucunda anlatılmaya çalışan ana düşünceyi en başta vermek.)
 1. Güzellik bilimi (estetik) kavramı dahi somut ve soyut algılardan türeyip, her insanın soyut duygular dünyasında farklı değerler taşıyor. Hatta her insanın hayal dünyasında birbirinden çok farklı, eşleştirilemez, karşılaştırılamaz hayaller uyandırabiliyor olması, onun nesnel bütünlükte değerlendirilemez olduğunu gösteriyor.
Kısaca kişisel görüşüme göre bir sanat eserinin insanlık tarihindeki en güzel eser olduğunu kesin bir şekilde iddia edemememiz gerekir.
Ama nesnel bütünlükte kesinliğine ulaşamadığımız bu yargıları, tarih boyunca geçerliliğini 'çoğunlukla' korumuş evrensel toplum normlarında genelleyebiliyoruz.
Herhangi bir kişi ise bu toplumsal normları baştan sona reddederek, o eserin kendisine göre güzel olmadığını, hiç bir değer taşımadığını dile getirdiğinde büyük bir toplumsal baskı altında kalıyor.

"Herkesin güzel bulduğunu bu 'herkes'in içine dahil olan herkes kabul eder."

gibi saçma bir cümle kurmaya bile gerek duyuyorum sadece bu sebepten dolayı.
Bireyselliğin en temel sloganlarını atmayacağım burada ama, toplumsal genellemenin ve sanatın nesnel ölçütlerle eleştirilmesinin ne kadar mantıksız olduğunu anlatabildiğimi düşünüyorum.

 2. Sanat eserlerinin yaşamın ağırlığını yaşama dokunmadan yansıtıyor oluşu ise gerçek bir büyü.
Çok büyük tartışma konusudur şimdi bahsedeceğim;

"Sanat içinde bir amacın varlığı ve eserin her aşamada ona hizmet ediyor oluşu."

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin devlet eliyle hazırlanmış propaganda filmlerini izleyenler ne demek istediğimi net olarak anlayacaklardır.
Bir sanat eseri gerçekten bir şeyler ifade etmeye çalışmalı mıdır yoksa hiç bir şey ifade etmeyi denemek de değerli midir?

Her ikisi de ne doğru ne de yanlıştır.

Peki. Şimdi sanat eserlerini ortadan ikiye ayırıp, "bir şeyler ifade etmeye çalışan eserler' ifade edebildikleri ölçüde değer kazanacaklardır. 'Hiç bir şey ifade etmeye gerek duymayan eserler' de ifade edemediği ölçüde değerlidir" diyelim.
Pek mantıklı mı?

Sonuçta yine yazımın girişindeki "sanatın öznelliği"ne kapı açacağım.

Aslında insandan dışarıya taşan her duygu kırıntısı sanat değeri taşır. İster sanat okullarında öğretilmiş tekniklerle yansıtılsın; ister kişisel, özgün ve amatör yöntemlerle.

Her sanatçı kendisi için büyük üstattır, çünkü duygularını dile getirebilmiştir.

Ve her sanat eseri her sanat severin kendi duygu ve düşün dünyasında bambaşka yüce değerler kazanır.

 Bizi sanatsız bırakmayın.

8 Aralık 2011 Perşembe

Kadın-erkek ilişkileri üzerine ...

... blog yazısı yazacağım aklıma gelmezdi açıkçası. Fakat arkadaşımın bu videoyu atması, benim de videoyu izlemem ile olaylar gelişti:



Videoyu izleyen herkese garip gelen -ve benim bu yazıda değineceğim- nokta, kadınların erkeklerle gerçek arkadaşlığın var olabileceğine inancı karşısında hiçbir erkeğin tam bir dostluk kurulamayacağını itiraf etmesi. Aslında insanları ortadan ikiye bölüp kadın-erkek diye ayırmak ne kadar saçma. Biseksüelliğin, travestiliğin, lezbiyenliğin ve gay'liğin giderek arttığı 60-70'li yıllardan sonra bu gibi durumların hastalık olduğuna ilişkin düşünce büyük ölçüde değişti, bilirsiniz. Yani şimdi birisi karşınıza gelip "ben lezbiyenim" dediği takdirde "sen hastasın kızım!" demiyoruz artık. Bu bir kabullenme midir, yoksa gerçekten insanların duyguları bulunduğu kabın şeklini mi alır bilemiyorum. Bu konuda uzman değilim. Sevginin evrenselliği üzerine makale yazıp da bu konuyu çok uzaklara da çekmek istemiyorum. Sadece konunun ne kadar derinleşebileceğinin görülmesini ve algılanmasını istiyorum.

Videodaki kadın adaylarımızın hepsinin, karşı cinsten birkaç iyi arkadaşı olduğunu söyleyerek ilk başta bahsettikleri önermeye uygun davranmaya çalışmasını hoşnutlukla karşılıyorum. Çünkü "Erkekler ve kadınlar iyi arkadaş olabilir çünkü benim çok iyi bir erkek arkadaşım var." diyebilmek basit olduğu kadar mantıklı ve olağan bir önerme olurdu. Tüm bunlara karşılık videoda yapılan deneyde ele alınan erkekler, "Bence iyi birer arkadaş olabiliriz ama bu çok mantıklı da değil." diyerek en başta kendilerine ve sonra da topluma karşı dürüst olmak durumunda kalıyorlar.
* Video çekiminde gördüğümüz erkeklerin ve kadınların tümü sanıyorum ki heteroseksüel. Bu da deneyde elde ettiğimiz sonucun genellenebilirliğini gösteriyor.
Kişisel düşüncelerime gelirsek; aslında videonun buraya kadar kısmında özetlediğim şeye göre, kadınların erkeklerden daha çok mantık çerçevesinde konuştuğunu görüyorum. Kendi kendilerine bir mantık oluşturup, bunun doğruluğuna sonuna kadar inanıp bunu kanıtlayacak fikirler ortaya atmaları çok güzel. Sizi bilemem ama kadınların genel olarak erkeklerden daha mantıklı olduğunu görüyorum. Elde ettiğim birçok tecrübe de bunu doğrulayacak nitelikte oldu. İzleyen birçok kişi erkeklerin yalancı olduğunu, kadınların ise bu yalanlara inanacak kadar aptal olduğunu iddia etmişler. Buna katılmayarak, erkeklerin büyük çoğunluğunda bencillik duygusunun yüceliği ve tüm duyguların daha açık olduğunu gördüm.

Kadınların üzerine gidilip açıkları ortaya çıkarıldığında, gay arkadaşları hakkında dahi "aslında bana karşı ilgisi vardı." diye itirafta bulunduklarını gördük. Zaten büyük ölçüde iki insan yan yana, yüz yüze olmayı seviyorlarsa birbirlerine ilgi duymaktadırlar. Buna net olarak emin olmak gerekir. (Aslında kadınların çoğunluğu bunu bilir ama doğru erkeğin gelip bunları göreceğini umarak derinlere saklarlar) Sadece cinsellik değildir bunun açıklaması. Madde madde özet geçmek istiyorum yazıyı okurken sıkıntı yaşanmaması için. Bence;

1. Kadınların büyük çoğunluğu duygularını saklamayı erkeklerden daha kolay beceriyor. (Bunun etkeni çeşitli duyguları çok güçlü yaşayamamaları olabilir. Doğurganlık her şeye baskın gelebiliyor.) Erkekler ise ufak bir kıvılcımla patlamaya hazır bomba gibi duygu fırtınaları yaşıyor.
2. Erkekler penisleri doğrultusunda hareket eder ve konuşurken samimiyetleri çok net, fakat karşısındaki insanların duyguları söz konusu olunca yalan söylemeyi beceremedikleri için hetero erkekler kadınlarla dost kalmakta zorlanıyorlar. (Erkekler kendileriyle ilgili yalanlar söylemekte çok başarılı fakat çoğu zaman kadınların aklına doğrudan fikir sokabilecek kadar yetenekli değil. Bu da kadınların erkeklere bakış açısını gösterir.) Yalan söylemek kadınlar için o kadar çok normal ki çoğu zaman, kendi kendilerine yalan söyleyip inanabilecek kadar mantık doğrultusunda hareket ediyorlar. Erkeklerin kafasına fikir sokmakta da başarılılar, bence bunda cinselliğin büyük etkisi var.
3. Erkeklere yanlış düşündükleri gösterildiği zaman yaşam şekillerini değiştirecek bir harekette bulunmaya yatkın değiller çünkü kadınlardan çok şey alabileceklerini düşünüyorlar. Seks erkekler için vazgeçilemeyecek bir zevk ve her şeyin üstünde. Kadınlar ise eksik mantıkları yüzlerine vurulduğunda hemen doğruları görüp, gerçeklerden saklanma yoluna giriyorlar. Çünkü heteroseksüel yaşam içinde doğurganlık ve seks onları da erkeklerden koparamayacak kadar çok güçlü. "Kendimi sakınayım." düşüncesi kafalarından geçse de eminim ki hayatlarında değişen şeyler olacaktır bu videodaki kadınların.

Bu arada videodaki sandviç yiyen adamdaki rahatlık ve düz mantık çok hoşuma gitti. Karnım da acıktı. Bu da böyle bir blog yazısıydı. Eski hetero, yeni aseksüel birisinden geldi. Bence videoyu izleseniz bile yeterli.
Bays!

Paylaş